Gitara giriş :)

Gitara girişten yanlış anlayacağınız gibi gitara girişip kafasını gözünü yarmak değil :) Gitar derslerine başlarken ortak bir dil oluışturup, başlangıç bilgilerinden ibarettir... Çınarcık gitar kursu öğrencilerim için hazırlamış olduğum çalışma metodundan bir alıntıdır... Kolay gelsin ...

GİTARI ÇÖZEBİLMEK İÇİN GEREKLİ OLAN BİLGİLER


Gitarda ki notaların yerlerini kolay bir şekilde ezberlemek, sistemini çözmeye bağlıdır. Sistemi kurabilmek için bazı bilgilere ihtiyaç vardır. Bunlar sırasıyla;

  • Gitar tel numaralarını bilmek;

Tel numaraları, ince telden kalına doğru sıralanır. Aşağıdaki şekilde ki gösterim TAB yazılım sistemi temeline dayanarak hazırlanmıştır ve dünyada en çok kullanılan sistemdir.

  • Gitardaki boş tellerin isimlerini bilmek;


Boş tellerin notalarını ve yerlerini kavramak, diğer notaların yerlerini keşfetmek gitarı öğrenmek demektir. Yine inceden kalın tellere doğru; Mi-Si-Sol-Re-La-Mi (E-B-G-D-A-E) şeklinde sıralanmaktadır.
  • Perde ve numaralarını bilmek;

Roma rakamlarıyla ifade edilen perde numaraları dışında boş telleri nota üzerinde 0 (sıfır) olarak belirteceğimizi hatırlatayım...
  • Oktavlarını bilmek;

Aralık konusunda da belirttiğimiz gibi, 12 notadan oluşan Tampereman sistem 12. Perde de bize aynı sesin bir oktav incesine ulaştıracaktır. Dolayısıyla boş tel isimlerini biliyorsak, 12. Perdede ki notaları da öğrenmiş oluyoruz. Bize sadece aralardaki notaları keşfetmek kalıyor.

Aşağıda gitardaki 6. tel E ( Mi ) teli üzerinde bir Oktavlık kromatik yazılışını görmektesiniz.



  • Tam ve yarım aralıkları bilmek;
İNTERVAL - ARALIK bilgisi...
Notalar genelde duyulan ve bilinen, yedi farklı isimden oluşur. Ama Batı müziği formu dediğimiz Tampereman sistemde C (do ) sesinden B (si) ye kadar ulaşmaya çalıştığınızda, 7 seslik bir yol değil, 12 seslik bir yol alırız.

Do-Re-Mi-Fa-Sol-La-Si gibi söylenmesine rağmen gidilen uzaklık;


C-(C#, Db)-D- (D#, Eb)-E-F- (F#, Gb)-G-(G#-Ab)-A-(A#-Bb)-B gibidir.
Burada öncelikle bilmemiz gereken temel en önemli aralıklar Tam aralık dediğimiz Majör 2'li (M2) aralık ve Yarım aralık dediğimiz Minör 2'li (m2) aralıklardır. Bu aralıklar gitarı çözerken kullanacağımız aralıklardır. (Bkz. GİTARI ÇÖZEBİLMEK Dersi)




Daha önce, Diyez (#) ve Bemol (b) işaretlerinin tanımını yapmıştık. Ama burada dikkat etmemiz gereken C# ve Db isimlerinin aynı notayı (yani do ve re arasındaki siyah tuşu) ifade etmesidir. Biz isimleri farklı, sesleri aynı olan notalara Anarmonik (enharmonic) notalar diyoruz.

12 sesi ardı ardına sıralayıp çaldığımız zaman oluşan diziye Kromatik gam (cromatic scale) denir.

Değiştirici işaret almadan ardı ardına sıralayıp çaldığımızda oluşan diziye ise Diyatonik gam (diatonic scales) deriz. Yedi sesten oluşan dizilerden; Majör, Minör, Mod ve Makam dediğimiz Gamları oluşturur. (Do majör gam, sol minör gam, ionian modu, aolian modu, çargah makamı, rast makamı gibi…) Bazı diziler (özellikle etnik diziler), yedi notadan az veya fazla seslerden de oluşabilir.

Aklımıza daha iyi yerleşmesi için 12 notayı 12 aya, 7 notalı dizileri de haftaları oluşturan günlere benzetebiliriz

Aşağıdaki tabloda tüm aralıklar isimleri ve sembollerini tek grafikte görüp öğrenebilirsiniz. Akor kuruluşlarını öğrenirken bu tablo kurtarıcı bir özelliğe sahip olacaktır. O yüzden mümkün oldukça sık bu bölümü ziyaret etmek zorunda kalabiliriz!


  • Boş tellerin Sol anahtarındaki yerlerini bilmek ve Tüm notaları keşfetmek;


Aşağıda gördüğünüz tabloda ki notalara Diyatonik Sesler diyoruz. Yani diyez veya bemol gibi değiştirici işaret almamış olan notalardır. Ara sesler olan diyezli ve bemollü notalara geçmeden önce bu notaları iyice klavye üzerinde keşfetmeye çalışalım.

Yukardaki tabloda daha koyu belirtilmiş olan notaları, aşağıda porte üzerinde yazılmış notalar olduğunu belirtmeliyim... Yeni başlayanlar bu notaları teke tek görerek ve karşılaştırarak öğrenmeyi deneyebilir. Bir seviye ileri gitar öğrencileri içinse tavsiyem pozisyon değiştirerek ( 2. perdeden yada 5. perdeden ) sesleri çalmayı denemeleridir... 

Daha önce bahsettiğimiz 12 nota, 12 perde olarak karşımıza çıkar. Her boş tel 12. Perdede bir oktav ince olan aynı sesi verir.
ÖRNEK: 
6. Tel boş tel mi notası, 12. Perdede diğer oktavdaki Mi notasını verir. 
Bu Mi notası 5. Telde 7. Perdedeki mi notası ve 4. Telde 2. Perde mi notasının aynısıdır.
Beşinci tel on ikinci perde La notasını siz çözmeyi deneyin, bakalım kaç yerde çalabileceksiniz?  Gerektiğinde bu  La ya da Mi notası her pozisyonda ve olabilen her telde çalınabilmeliyiz. Nota olarak aynı olan mi notasının farklı tellerde kullanılma zorunluluğu, parmak  pozisyonu gereği yada renk farkı  yaratmak isteğimizden kaynaklanacağını ileride siz keşfedeceksiniz. Gitarla yapacağımız çalışmalarda bu notaları tek tek göstermeye kalkarsak oluşacak kalabalık onlarca sayfalar yerine, yukarıda ki tablonun boş şeklini kendiniz doldurmaya çalışırsanız perdeleri daha çabuk kavrayabilirsiniz.
Şimdilik bu kadarı yeterli gibi... Tekrar belirtiyorum gitarı öğrenmek yok, keşfetmek var! Ve Keşfederek aldığınız tüm bilgiler kalıcıdır unutmayın. İyi çalışmalar....

İstiklal Marşı ' nın Telif hakkı kime ait?




İlginç bir konu ve çok güzel açıklamalarıyla müzikolog bözüyle paylaşılması gerekn bir yazı! Sonuna kadar çıldırmadan okuyabilirseniz ne ala !

Konuyu biliyorsunuz. Süreci hatırlatalım. Almanya’da bir Türk ilköğretim okulu, 23 Nisan 2007’de özel bir kutlama programı gerçekleştirdi. Ülkede telif hakları hakkındaki kanuna dayalı olarak, peşinen kullandığı şarkıların bedellerini de, telif toplama kuruluşu olan GEMA’ya ödedi. Programda seslendirilmek üzere, Türk İstiklâl Marşı için, orada bulunan çalgılara uygun bir düzenleme yapıldı. Düzenlemeyi gerçekleştiren kişi, orkestrasyon için de kuruluştan telif ödenmesini istedi. (Aslında düzenleme yapana telif, ancak bestecinin veya mirasçılarının onayıyla ödenir.) GEMA’nın İstiklâl Marşı için telif istemesi üzerine bir yazışma trafiği başladı. Konu Türk basınına, yanlış bir açıyla, “Almanlar, İstiklâl Marşımız için bizden telif istiyor” diye lanse edildi. Yurtdışındaki mevzuat; kullanılan eserlerin haklarının, telif kuruluşunca peşinen toplanması ve kayıtlı olan üyeye ödenmesi; kayıtlı olmayan için de - bir gün başvuruda bulunduğunda peşin ödemede bulunmak üzere - havuzda bekletilmesi şeklindedir. GEMA’nın yaptığı; esasen çok ideal ve doğru bir yaklaşım! Keşke ülkemizde de böylesi mevzuat ve yaklaşımlar geçerli olsa!


Gördünüz, izlediniz! Konunun Türkiye’ye aktarılması ve ulusal marşın kamulaştırılmadığının ortaya çıkışı; trajikomik bir gündemin oluşmasına yol açtı.

Sonra ne oldu? Bakanlar Kurulu toplanarak; İstiklâl Marşı’nı 5846 no’lu Kanun kapsamından çıkarıp 9 Aralık 2010 Perşembe günkü Resmi Gazete’de yayınlanan bir karar aldı. 6 Aralık 2010 tarihli ve 2010/1126 sayılı kararnameye göre; “İstiklâl Marşı 5846 sayılı kanun kapsamından çıkarılarak, çoğaltma ve yayma hakları bedelsizleştiriliyor, kararnamenin yürütme yetkisi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrediliyor”. Kararname, basında “İstiklâl Marşı Kamulaştırıldı” manşetleriyle duyuruldu. Peki, bürokrasi ne demiş oldu? Bundan böyle kimse, İstiklâl Marşı için telif isteyemeyecek.

Öyle mi acaba? İnceleyelim. Türkiye’de telif haklarını koruyan 5846 no’lu Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu var biliyorsunuz. Aşama aşama değerlendirelim. 7’inci maddesinde; “Hak sahibinin rızasiyle umuma arzedilen bir eser alenileşmiş sayılır. Bir eserin aslından çoğaltma ile elde nüshaları hak sahibinin rızasiyle satışa çıkarılma veya dağıtılma yahut diğer bir şekilde ticaret mevkiine konulma suretiyle umuma arzedilirse o eser yayımlanmış sayılır” demektedir. Eser, hak sahibinin rızasıyla alenileşir ve yayınlanması da bu şekilde olur. Marşın söz yazarı, Mehmet Akif Ersoy, bestecisi Osman Zeki Üngör’dür. Ersoy’un ölümünün üzerinden geçen süre, 70 yılı aştığından dolayı mirasçıları hak talep edememektedir. Osman Zeki Üngör’ün vefatı üzerinden ise 52 yıl geçtiğinden dolayı, haklar, hayattaki tek torunu olan varisindedir.

Kanun’un 47’inci maddesinde ise aynen şöyle denir: “Bir kararname ile memleket kültürü için önemi haiz görülen bir eser üzerindeki mali haklardan faydalanma salahiyeti, hak sahiplerine münasip bir bedel ödenmesi suretiyle koruma süresinin bitiminden önce kamuya maledilebilir”. 22’inci ve 23’üncü maddelere göre de, çoğaltma ve yayma hakkı da eserin sahibi veya varislerine aittir. Uzun sözün kısası, kimler hak sahibiyse, onlara bir bedel ödenmesi veya rızalarının alınmasıyla eserin hakları devralınabilir.

Bedel ödendi mi? Hayır! Hak sahiplerinden “olur” alındı mı? Hayır! Ne yapıldı o halde? Yürütme organı olarak Bakanlar Kurulu, kanun hükmünde kararname çıkardı. Buna hakkı var yürütmenin… Ancak istediği bir eser veya yapıyı, hak sahibi kişi ve kurumu mağdur etmeme adına bedel karşılığı kamulaştırabilir. Sonuç olarak Bakanlar Kurulu; İstiklâl Marşı’nın “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunan mali haklar dışında olduğu; hiçbir gerçek ya da tüzel kişi, kurum, kuruluş veya birlik tarafından İstiklâl Marşı’nın çoğaltılması, yayılması, temsili ve işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletimi karşılığında bedel talep edilemeyeceği” hükmü verdi.

Ama bir eksiklik var kararnamede! Marşın kamulaştırıldığı ifadesi bulunmuyor. Kararname; yalnızca bedel istenemeyeceği hakkında… Bundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına bir kamulaştırma gerçekleştirilmemiş oluyor. Eksik mevzuatla, sorun ötelenmiş gözüküyor.

Neden mi? Kanunun 70’inci maddesi; “Manevi hakları haleldar edilen kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat ödenmesi için dava açabileceğini, mahkemenin, bu para yerine veya bunlara ek olarak başka bir manevi tazminat şekline de hükmedebileceğini” bildiriyor. Yani, devletin istediği eser veya yapıyı kamulaştırabileceği, ancak mağduriyeti önlemek maksadıyla varise mutlaka bedel ödemesi gerektiğini, ödemezse hak sahiplerinin manevi haklarının artacağını anlatıyor.

Bakınız, konu hakkında, özellikle Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hakkında uzman olan, Ankara Devlet Konservatuvarı mezunu avukat Tamer Yıldırım neler diyor:

“Hükümetin, konunun âciliyetine binaen çıkarmış olduğu Kanun Hükmünde Kararname, bir kamulaştırma niteliğinde değildir. Kararname tüm tartışmalara nokta koymaya yönelik, İstiklâl Marşı’ndan kaynaklanabilecek mali hakların önüne geçmeye çalışan, özel bir düzenlemedir. (Tamer Yıldırım, yaklaşımın popülist niteliğinden bahsediyor. E.A.)

“Kendimizi İstiklâl Marşı’nın hak sahibi varisleri yerine koyduğumuzda şöyle bir manzara çıkıyor ortaya: Özel olarak kanunda belirlenen usul ve esas dışına çıkılmış, özel bir düzenleme yapılmış. Millet nazarında, İstiklâl Marşı için sanki hak sahibi varisler olarak bedel istemişiz de, devlet bu bedeli vermemek için böylesi bir düzenlemeye gitmiş gibi bir manzara çıkıyor ortaya. Bu kanaatin, çevremizde ve toplumda hak sahipleri varisler aleyhinde oluşturacağı olumsuz intibaı hayal ediniz! Sırf bu nedenle, manen eziklik duyacağımız için, mevcut yasalar ve etik açıdan bu kararnameyi yerinde bulmuyorum.

“Yapılması gereken, İstiklâl Marşı’nın bestecisinin yasal varislerine, hak sahipleri olarak, bir bedel ödemeyi teklif etmektir. Bu teklif neticesinde, eğer karşı taraftan bir bedel isteniyorsa, bu bedelin hak sahibine takdimi ve başka bir kararnameyle eserin kamuya mal edilmesi gerekir. Eğer devlet tarafından yapılan bedel teklifine varislerce olumsuz yaklaşılarak bu bedel istenmiyorsa hatta asıl bu bedeli almamayı onur olarak gören bir varis varsa, kendilerine böylesi bir onuru da yaşatmak gerekir.

“Bakın başka bir ayrıntı daha sunayım. Kararname daha evvelce gerçekleştirilmiş olsaydı bile yurtdışında aranje yapan kişi zaten varislerin aranjeye ilişkin bir izni söz konusu olmadığından dolayı telif talebinde bulunamayacaktı. Dolayısıyla çıkan kararname, yurtdışından gelebilecek benzer bir telif onayı başvurusu için etkili değildir! Bu kapsamda, aranje yapılmasına dair izin hâlâ eser sahibindedir. Ayrıca çıkartılan bu yasanın, önceki uyuşmazlıklara da bir çözüm oluşturmayacağı, mevzuat gereği bir gerçektir. Anlayacağınız, İstiklâl Marşı hakkındaki Kararname, kanuni varislere yurtdışından gelebilecek telif konularını hâlâ engellememektedir.

“Özetleyecek olursam, Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı Kararname, ilgili yasadaki hükümler doğrultusunda hazırlanmamış, yasanın dışına çıkılmıştır. Dolayısıyla hukuken kusurlar ortaya çıkartabileceği ihtimali, hâlâ söz konusudur.”

Avukat Tamer Yıldırım’ın konu hakkındaki mütalaasını okuduk. İstiklâl Marşı’nın kamulaştırılması konusu görüşüldüğü sırada Osman Zeki Üngör’ün hayattaki varislerine ulaşarak rızasının alınması gerekliliği sanırım anlaşılmıştır. Varislerin, 12 Mart İstiklâl Marşı ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü etkinlikleri içine Osman Zeki Üngör’ün de katılması, TBMM’deki İstiklâl Marşı köşesine Üngör’ün kabartmasının da eklenmesi, Üngör adına vakıf ve müze kurulması gibi bedelsiz, maddi getirisi olmayacak, ancak gönüllerini alacak isteklerde bulunması beklenebilir. Devlet, varislerden bu onuru esirgememeli! Avukat Tamer Yıldırım’a teşekkürlerimle…

ERSİN ANTEP

ersin@muzikoloji.org

Viyolonselin Dahi çocuğu Benyamin SÖNMEZ' i kaybettik !





Son dönemlerin en önemli çellistlerinden Benyamin SÖNMEZ geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını 28 yaşında kaybetti. Saygıyla anıyoruz...
Benyamin Sönmezle ilgili bu güzel ve özel yazıyı yazdığı için Hakan A. TOKER'e ayrıca teşekkür ederim.

Hakan Ali Toker yazıyor: Benyamin Sönmez'i Çalış'ta

Uğurladık... 

Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Her şeyin, her olayın arkasında bir anlam "vardır" demeyeceğim, ama düşünülürse her şeyin arkasında bir anlam "bulunabilir" diyorum. Yani, anlamı belirlemek bize bağlı. İnsan anlam vermezse, hayatın ve içindeki hiçbir şeyin anlamı yok. Olaylara anlam vermek, hayatımızı yönlendirir, bir sonraki adımlarımızı belirler. Bu, insanın içindeki tanrısal güçleri harekete geçirir -yahut, tanrının insan üzerinden gücünü göstermesi için bir fırsattır, bakış açınıza göre. Hayatımızdaki olayları ne kadar yapıcı, olumlu bir şekilde anlamlandırırsak, ondan sonraki hayatımızın o kadar olumlu bir yöne akmasına önayak oluruz.

Geçtiğimiz cuma sabahı Benyamin'in ölüm haberini alınca, manevi annesi olduğunu bildiğim bir meslektaşımı aradım. Telefonda "Gülnara, sen misin?" dedim. Düzletmedi, "benim" dedi Gulmira Hanım. Demek bu kadar dikkat etmişim, arkasından gözyaşı döktüğüm dostumun defalarca gördüğüm manevi annesine. Utandım. Cenazenin nerede olacağını sordum. Ertesi gün, Fethiye'de olacağını söyledi. "Fethiye'nin neresinde?" dedim, "Çalış" dedi. Duyduğumdan emin olamadım, tekrar sordum, tekrar "Çalış" cevabını aldım. O anda beynimde küçük bir şimşek çaktı. Karşımda benden büyük, yetkin bir piyano hocası, sanki tembellik ediyormuşum gibi bana "çalış!" diyordu! Bunun sırası mıydı?... Tabii, kısa süre sonra, "Çalış"ın Fethiye'nin bir mahallesi olduğunu anladım.

Oraya gittim ve törene katıldım. Benyamin'in ailesi ve dostlarıyla kaynaştık, ağlaştık. Benyamin'le beraber pek çok resital yapmış olmamıza rağmen, ortak dostlarımız fazla değildi. Ailesiyle üstünkörü tanışmışlığım vardı, isimlerini bile hatırlamıyordum. Ancak orada, Çalış'taki cenaze evinde, onun annesi Fatma Teyze ve babası Ünal Amca, biraz da benim anne-babam haline geldiler; o güne kadar pek samimiyetim olmayan ortak dostlarımız, biraz da benim dostlarım haline geldiler. Adını bile bilmediğim, ilk defa gördüğüm insanlarla olanca içtenliğimizle kucaklaştık, daha sonra isimlerini öğrendim, iletişim bilgilerini aldım. Bunlar, Benyamin'in zamansız gidişine anlam kattı. Şimdi bu insanlara, bu hızlandırılmış yoldan kazandığım samimiyet duygularıyla seslenmek istiyorum:

Anne, baba, dostlar! Acımız, acınız çok büyük. Herhangi bir anne-babanın ya da dostun acısından daha büyük. Çünkü o, herhangi bir insan değildi. Çok gençti ve genç yaşta sanatında, pek çoğumuzun hayal bile edemeyeceği bir seviyeye gelmişti -içtenliği, dostluğu, insanlığı da cabası… Önünde daha yıllar vardı; koskocaman, kutup yıldızı kadar parlak bir kariyerin daha başındaydı. O yaşasaydı, gelecek, Türkiye'nin geleceği farklı olacaktı. Klasik müzikte hâlâ yiyecek on fırın ekmeği olan bir ülke olarak, dünya literatürüne sunabildiğimiz çok az solistten biri olacaktı. Ama olmadı, olamadı.

Peki, şimdi ne olacak?

Söyleyeyim: İlk bakışta hepimize büyük bir kayıp ve kader tarafından büyük bir haksızlık olarak görünen bu acı olaya olumlu anlamlar yükleyeceğiz. Ben size kendi bulduğum anlamı açıklayacağım. Aklınıza yatmazsa, yahut yeterli bulmazsanız, sizi, kendinize daha uygun gelen bir anlamı arayıp bulmaya davet ediyorum, yeter ki olumlu olsun. Ruhlara inanır mısınız? Ben şüphe ederim. Ama bunun bir önemi yok. Çünkü insan, gerçeğini, biraz da inanarak yaratır. İnanmayı seçiyorum ki, onun genç bedeninde ikâmet eden çok daha yaşlı ve bilge bir ruhu vardı. Yaşamayı seçtiği hayatla ve aramızdan erken ayrılışıyla bize bir mesaj verdi. Ben o mesajı, Gulmira Hanım'ın ağzından aldım: "Çalış!"...

Anne, baba! Bu mesajı anlamaya çalışın. İnanmaya çalışın ki, o ölse dahi, yok olmadı: içimizde yaşıyor. Benyamin'in dostları olarak bizler, artık hepimiz sizin evladınız olduk. Onu özleyince bizlere sarılın, bizler de size! Biliyorum, acınızı hiçbir şey dindiremez. Ama en azından hafifletmeye çalışın, yeni kazandığınız evlatlarınızla -tabii bizler de bu konuda hayırlı çıkmalıyız.

Günde bir saat fazladan çalışın

Çellistler ve onu önemseyen tüm genç müzisyenler! Daha çok çalışın! Günde bir saat fazladan, Benyamin için çalışın. Sadece anasanat dalınıza değil, hayatta da biraz daha onun gibi olmaya çalışın, birbirinize onun gibi sarılmaya çalışın -o sevdiklerine nasıl sarılırdı, bilir misiniz? Sımsıkı, insanın kemiklerini çatırdatarak ve boyu bosu gibi koskocaman bir gülümsemeyle!

Konservatuvarlılar, sözüm meclisten içeri: Birbirinizin kuyusunu kazmaya çalışmayın, birbirinize daha ziyade destek olmaya çalışın! Garanti veriyorum, böyle yaparsak, hepimiz daha çabuk yükseliriz ve Türkiye'nin gurur duyacak daha çok evladı olur. Bu kuyuların çokluğu yüzünden kimse başını kaldıramıyor kolay kolay; hepimizde yurtdışına kaçma ihtiyacı var, çukura düşmeden hem mesleki yetilerimizde, hem kariyerimizde ilerleyebilmek için.

Hocalarım, büyüklerim! Gelin şu konservatuvarlara girişteki "yetenek sınavı"nı tekrar gözden geçirin. Ben de, Benyamin de, ilk denememizde son derece başarısız olmuş, "yeteneksiz" olarak elenmiştik. Yılmayıp, çalışarak tekrar deneyince ancak girebilmiştik okula. Sonra bakın, neler oldu... Okula girip de sonradan atılan ama kendini müzik dünyasında kanıtlayanlar da ayrıca dikkate değer. Gelin, doğuştan "yetenekli-yeteneksiz" insan ayrımı yapmayın, bu işe baş koyan insanlardaki potansiyeli ortaya çıkarmanın yollarını arayın, üstünüze vazife edinin. Bütün tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, "yetenek" kimsenin ölçemediği belirsiz bir mittir; motivasyon ve "çalışma" esastır.

Genç müzisyen adayları! "Benyamin Sönmez kadar olamam, o Allah vergisi yetenek bende yok!" demeyin. Onun gibi olmanın formülü, motivasyon+çalışmaktır. Doğru motivasyon, doğru çalışma ve çok çalışma. İnanıyorum ki, her çocuk, müzikte veya seçebileceği her alanda son derece üstün bir potansiyelle dünyaya geliyor, ancak pek çok yönümüz hayat tarafından erken yaşlarda köreltiliyor. Üstün nitelikli bir müzisyen olabilmek için, önce, olabileceğimize inanmamız gerekir -hem de çocukça bir saflıkla, daha elimizde hiçbir şey yokken! Sonra da bu yolda çalışmaktan keyif almamız gerekir, çünkü insanın beyni, keyif aldığı bir işi yaparken daha verimli çalışır, potansiyeli ortaya çıkar. İnanç+keyif=motivasyon.
Benyamin inanıyordu, karşısına çıkan onca engele rağmen, en yüksek doruklara çıkabileceğine; ve çello çalmaktan büyük keyif alıyordu, âşıktı sazına! Onu sahnede çalarken yakından görme şansına erenlerimiz şahidiz. O, bu arada, epey sıkıntıya katlandı -engeller, dedim ya. Ama iyi müzisyen olmak için acı çekmek gerektiğine inanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Acı bir yan etkidir, önkoşul değildir. Müzik eğitimi uğruna acı çekmeye çalışmayın, öğrencilerinize de çektirmeyin. Bilâkis, haz almaya çalışın. Haz almaktan utanmayın! Hocalarınız da utandırmasın, teşvik etsin! Yolun her aşamasında, sanat dalınızda ulaştığınız her seviyede, yaptığınız her icradan, hatalarınızla beraber -onları düzletmeye uğraşırken dahi-, önce haz almaya çalışın. Alıyorsanız, gerekli cevher, yani hammadde sizde var demektir. Başarısızlık korkusuyla değil, hazla güdümlenmiş motivasyonu yetenek sayın.

Artık kopmayalım

Ve ondan sonra, sevgili öğrenciler, kendinize doğru okul, doğru hoca, doğru metot seçmeye çalışın. Hocanın öğrenciyi seçmesi kadar, öğrencinin de hocayı seçmesi önemlidir, buna izin verilmelidir. Bu doğruların ışığında çok çalışırsanız, sizler de Benyamin Sönmez gibi olabilirsiniz. Eğer hocanız, çalışma metodunuz yanlışsa, çok çalışmak işe yaramaz; boşa kürek çeker, sonra da "yeteneksizmişim" diye kestirip atarsınız, yahut gaflet içinde bir hoca sizi "kestirip atar". Çalışırken aldığınız sonuçları tartın, farklı metotlar izleyen meslektaşlarınızın sonuçlarıyla karşılaştırın. Fikir alışverişinden korkmayın! Sizi eksiltmez, çoğaltır. Yanlış okulda/hocada/metotta olduğunuzu anlarsanız; doğrusunu arayın, bulun ve ona geçiş yapın. Gerekirse 2-3 kere, gerekirse yıllarınızı verdikten sonra değiştirin.

Ben öyle yaptım. Benyamin de öyle yapmıştı. Detayları biyografilerimizde. Bu arada, bu geçişleri yaparken eski okulunuza/hocanıza kızmayın, küsmeyin. Ne kadar üstün nitelikli olsa da, her hoca/metot her öğrenciye uygun değildir. Birine yarayan, diğerine yaramayabilir. İşte bu yüzden dünyada bugün bu kadar çeşitli ekol var ve hepsinin de yetiştirdiği üstün nitelikli müzisyenler var. Eski hocanıza/okulunuza/tekniğinize veda ederken, ne olursa olsun saygılarınızı sunun, müteşekkir ayrılın. Az ya da çok, ondan öğrendiğiniz bir şeyler mutlaka vardır; ama müzik adına, ama hayat adına, ama ne yapılması gerektiğine ilişkin, ama ne yapılmaması gerektiğine ilişkin! Kendiniz için doğru bulduğunuz, maksimum verim aldığınız yola girince de çok çalışın. İşte o zaman çok çalışmak işe yarar.

Benyamin öyle yapmıştı. Onun hayatı bizlere yol göstersin, ölümü de ders olsun. Birbirimize daha içten yaklaşalım, destek olalım -sadece büyükler küçüklere değil, herkes birbirine-, daha çok sevelim ve sevdiklerimizle ilgilenmeyi ertelemeyelim; en azından buna çalışalım, elimizden geldiğince! Benyamin Sönmez'i Çalış'ta gömmedik *; bilakis, o bizi Çalış'ta bir araya getirdi. Artık kopmayalım!

Hakan A. Toker

* Teknik anlamda da, Çalış'ta değil, Çatalarık mezarlığında defnedildi. Çalış'ta ailesinin evi var, tüm sevenlerine açık.
KAYNAK: ANDANTE DERGİSİ
Related Posts with Thumbnails